Türkiye yakın tarihinin en yıkıcı afetlerinden biri olan 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin bugün 24’üncü yıldönümü. Gölcük Depremi’nden bugüne kadar yaşanan Düzce, Van, İzmir ve Maraş depremleri binlerce insanın öldüğü ve yüz binlerce insanın hayatının tamamen değiştiği depremler olarak hafızlara kazındı. Son olarak, Maraş’ta 6 Şubat’ta meydana gelen ve resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanın hayatını kaybettiği depremler sonrasında ise gözler bir kez daha olası Marmara Depremi’ne çevrildi.
Bilim insanları Marmara’da meydana gelecek bir depremin minimum 7,2 maksimum 7,6 şiddetinde olacağını tahmin ederken, 2,5 milyon insanın da ölümle burun buruna kalacağı söyleniyor. Maraş depremlerinden bu yana sorulan ‘Marmara ve İstanbul olası depreme hazır mı?’ sorusuna bilim insanları ‘hayır’ cevabını veriyor.
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Esin Köymen ile beklenen ‘İstanbul depremi’ için ne kadar geç kalındı?’’ sorusunun cevabını aradık.
’39 VALİNİN KİM OLDUĞUNUN AÇIKLANMAMASI BÜYÜK BİR SORUN’
Bilim insanlarının neredeyse her gün uyarıda bulunduğu ve yakın gelecekte büyük deprem yaşanacağını dile getirdiği İstanbul’da, olası bir afete hazırlık kapsamında 39 ilçeye vali görevlendirmesi yapıldı. Bu adım depremde ilgili yöneticilerin de afetzede olacağı düşünülerek atıldı. Kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Esin Köymen: Yakın gelecekte; İstanbul ve Marmara Bölgesi’ni etkileyecek olan büyük bir deprem yaşanacağını biliyoruz. Yıllardır bilim insanları bu konuda yaptıkları çalışmaları yetkililerle ve kamuoyuyla paylaşıyorlar. Olası depremin etkileyeceği alanın büyüklüğü düşünüldüğünde, deprem sonrası yardım gelecek en yakın yerlerin Marmara Bölgesi dışındaki iller olacağını biliyoruz.
Yakın zamanda yaşadığımız ve 11 ilimizi ve yaklaşık 16 milyonluk bir nüfusu etkileyen 6 Şubat Kahramanmaraş ve 20 Şubat Hatay depremlerinde yaşadığımız süreç sonrası, İstanbul ve çevre illeri etkileyecek bir depremin olası sonuçlarını az çok tahmin edebiliyoruz. Bu nedenle İstanbul’un 39 ilçesi için farklı illerin valilerinin görevlendirilmesi doğru bir yaklaşım olarak görünüyor. Ancak görevlendirilen valilerin kimler olduğunun açıklanmaması büyük bir sorun.
Afetlere karşı mücadele etmenin en temel yolu; merkezi ve yerel yönetimlerle birlikte, bilim insanlarının, meslek odalarının, sivil toplum örgütleri ve halkın bu sürecin bir parçası olmasıdır. Bu ortak çalışma ancak demokratik bir ortamın varlığıyla mümkündür. Ne yazık ki hızla demokrasiden uzaklaşan merkezi yönetim anlayışı bu birlikteliği tesis etmekten uzaktır. Bu anlayış değişmeden afetlere karşı kentlerimizin hazırlıklı hale gelmesi mümkün değildir.
‘MAHALLE İÇİNDEKİ PARK ALANLARININ KORUNMASI ÖNEMLİ’
Megakentte 2 bin 864 olan ‘toplanma alanı’ sayısı 5 bin 578’e çıkarıldı. Ancak bu toplanma alanlarının akıbetini, çoğunlukla nerede olduklarını bile bilmiyoruz. Bu alanlarda gerçekten ‘toplanabilmek’ mümkün mü?
E.K: 1999 Marmara Depremi sonrasında pek çok bilimsel çalışma yapıldı. Ardından İstanbul genelinde afet toplanma alanları belirlendi. Ancak ne yazık ki süreç içerisinde bu toplanma alanları rezidans ve AVM’lere dönüştürülerek büyük oranda yok edildi. Bunun yanında deprem sonrası toplanma alanları ve geçici konut alanları da birbirine karıştırılıyor.
Depremin hemen sonrasında geçici olarak toplanılacak alanların yerleşim alanları içinde olması son derece önemli. Enkaz altında yakınları olanların bu alanları terk etmeyecekleri gerçeğini bilerek, mahalle içlerindeki park alanlarının korunması ve artırılması önemli.
‘ASKERİYEDEN BOŞALTILAN ALANLAR BU TÜR AMAÇLARDA KULLANILMALI’
Geçici barınma alanları ise afetlerde yıkılan ya da hasar alan yapılarda yaşayanların yeni yapılar inşa edilinceye kadar hayatlarını sürdürebileceği alanlardır. Ölçek olarak toplanma alanlarından çok daha büyük alanlar olması gerekiyor. Ayrıca bu alanlarda geçici konutların yapılabilmesi için kamu mülkiyetinde olmaları son derece önemli. Özellikle kamunun elindeki askeriyeden boşaltılan alanların bu tür amaçlar için kullanılmak üzere planlanması yaşamsal önem taşıyor.
‘İMAR AFFINDAN VAZGEÇMEK GEREKİYOR’
Planlar daha çok deprem sonrası için yapılıyor. Önlemlerin artık olası kayıpların kabul edildiği ve ‘hiç olmazsa cesetlerimizi kaldıralım’ önlemleri olduğunu söylemek yapılan çalışmalara haksızlık etmek mi olur?
E.K: Ne yazık ki afetlere karşı hazırlıklı yaşam alanları oluşturma konusunda son derece zayıf bir durumdayız. Daha da önemlisi kentleri afetlere karşı daha da zayıf hale getiren pek çok yasal düzenlemeler de yapılıyor. İmar afları bunların başında gelen düzenlemelerdir. Öncelikle bunlardan vazgeçmek lazım.
Afetlerle mücadele etmenin 4 temel kuralı var. Afet yönetim döngüsü denilen bu dörtlü yapının birincisi risk ve zarar azaltma, ikincisi hazırlık, üçüncüsü müdahale, dördüncüsü ise iyileştirme olarak belirlenmiştir.
Bizde ilk iki maddeye ne yazık ki yeterince çalışılmıyor. Şubat depremlerinde son iki maddenin de maalesef sağlıklı olarak işletilemediğini gördük.
‘ZAMANI İYİ KULLANMADIĞIMIZ ORTADA’
İstanbul çarpık kentleşmenin en yoğun olduğu, resmi olarak 16 milyonun yaşadığı bir şehir, İstanbul için ne kadar geç kaldık?
E.K: Zamanı iyi kullanamadığımız ortada. Ama yarın çok daha geç olacak. Buradan hareketle hızla çalışma yapmak hayati önem taşıyor. İstanbul sadece nüfus açısından değil Türkiye’nin sermaye gücü açısından da kritik bir büyüklükte. Olası bir depremin kayıpları maddi olarak da Türkiye ekonomisini büyük oranda darbe vuracak. Bu da deprem sonrası ‘iyileştirme’ sürecini olumsuz olarak etkiler.
‘YANGIN, KİMSAYAL SIZINTI VE PATLAMALAR DEPREMİ AFETE DÖNÜŞTÜRECEK POTANSİYELİ TAŞIYOR’
Olası Marmara depreminde tek etkilenen şehir İstanbul olmayacak. Birçok şehir olacak olan depremden etkilenecek. Çevrede büyük sanayi bölgeleri de var. Kimyasal maddeler ve sızıntı ihtimali sizi deprem sonrası için endişelendiriyor mu şehirler adına?
E.K: Ne yazık ki beklenen Marmara depremi konuşulmaya başlandığında çoğunluğun aklına sadece İstanbul geliyor. Çok haklısınız bu deprem tüm Marmara Bölgesi’ni etkileyecek bir deprem ve finans kuruluşlarından sanayiye kadar büyük yatırımların olduğu bir alandan bahsediyoruz. 1960’lı yıllarda Marmara Bölgesi’nde ve özellikle Bursa’da sanayi bölgeleri oluşurken bilim insanları uyarılarda bulunmuştu. Ne yazık ki bu raporlar dikkate bile alınmadı. Depremi afete dönüştüren şeyin bilimsel ve teknik çalışmalara yeterince önem vermemekten kaynaklandığını yaşadık ve gördük. Ayrıca sizin de bahsettiğiniz gibi depremin etkisiyle ortaya çıkabilecek yangın, kimyasal madde sızıntısı, patlamalar vs. yaşanılan depremi çok büyük bir afete dönüştürme potansiyeli taşıyor. Bu konularda önlem almak gerekiyor.
HIZLA YAPILMASI GEREKENLER
Geldiğimiz şu aşamada ne yapılması, hangi önlemlerin hızlıca hayata geçirilmesi gerekiyor?
E.K: Deprem riski taşıyan yerlerde hiç vakit kaybetmeden yapı envanteri çıkarılmalı. Bu envanter doğrultusunda öncelikle boşaltılması gereken alanlar tespit edilerek burada yaşayan vatandaşların daha güvenli bölgelere taşınması sağlanmalı.
TOKİ, KİPTAŞ vb. kurumların ellerinde bulunan boş yapı stokları bu amaçlar için vatandaşın hizmetine sunulmalı.
Hastane, okul, cezaevleri ve kamu yapılarının kontrolleri yapılmalı, gerekli olması durumunda güçlendirilmesi ya da yeniden yapılması için çalışmalar başlatılmalı.
Tüm kentteki mevcut altyapı ve ulaşım ağları afetlere karşı dayanıklı hale getirilmeli.
Yerleşim alanlarına yakın mesafelerde; afet toplanma alanları ve afet sonrası kullanılabilecek geçici iskan alanları hızla belirlenip tüm altyapı hazırlıklarıyla kullanıma hazır hale getirilmeli.
Afet yönetim sistemi bir bütün olarak ele alınmalı , zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme aşamaları hem merkezi hem de yerel düzeylerde yeniden yapılandırılmalı.
Deprem güvenli kentlerin planlanma sürecine üniversiteler, bilim insanları, emek ve meslek örgütleri dahil edilmeli, aynı zamanda halk toplantılarıyla demokratik bir işleyiş hedeflenmeli.
Halkın afet yönetiminin her aşamasındaki faaliyetlere ve karar alma mekanizmalarına katılmaları sağlanmalı.
Yasal düzenlemeler ve kurumsal yapılanmalar bu esasları sağlayacak ve destekleyecek yönde olmalı.
Yakın dönemde ardı ardına yaşanan depremler; kentsel ve kırsal alanda bütüncül planlama ilkelerini reddeden anlayışın, kentlerimizi her türlü afete karşı zayıf, güvencesiz ve riskli konumda olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu açıdan değerlendirilerek, büyük yıkımlara ve önlenemez kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları yaşananlardan ders alınarak terk edilmelidir.
Devlet tüm yurttaşlara eşit, sağlıklı, güvenlikli yaşama koşullarında nitelikli yaşam çevreleri sağlamakla yükümlüdür.
Afetler ve kriz koşullarında başarılı iyileşme süreçleri için alınacak önlemlerin bilimsel ilkeler ve gerçeklerle, toplum yararı gözetilerek oluşturulması; sosyal devlet anlayışıyla geliştirilecek politikalarda bilim insanlarının, meslek odalarının, akademik kuruluşların ve tüm ilgili kesimlerin koordinasyonunun ve işbirliğinin sağlanması gözetilmelidir.